26 Eylül 2010 Pazar

Lüksemburg seyahati

Demiştim ya ben de pek çok uçak hikayesi varmış yeni farkettim diye. Bu hikaye de neredeyse on yıllık. Uçağa sanırım ikinci binişim. İlki 1999 yılındaki Amerika seyahatim sırasındaydı ki bence bir ilk için üç artı dokuz saat neredeyse 12 saatlik gidiş ve de dönüş çok dayanılır bir şey değil. Neyse ki ilk binişim olunca anlamamışım. Şimdi olsa iki kere düşünür ve vazgeçerim.

Neyse benim ilk uçuş deneyimim uzundu ama ikincisi hayli kısa oldu. Hatırladıkça hala gülerim. 2000’ li yılların başı. İş için Lüksemburg’ a gideceğiz iki bayan. Amerika’ ya giderken bindiğim üç sıra, her sırada beş koltuk toplam 15 koltuk ve iki koridorlu Airbus tipi uçaklardan sonra iki sırada iki koltuktan toplam dört koltuk ve bir koridor genişliğinde küçük bir uçakla hem de.

Uçağa giriş hayli eğlenceli. Bavullarınızı gösteriyorlar uçağa binerken, benim diye teyit ediyorsunuz. Ona göre uçağa yüklüyorlar. Uçağa biniş zaten üç merdiven. İkinci pilota da yer yoktur kesin. Tek pilot olsa gerek diyorum içimden.

Neyse bindik uçağa. İki saatlik bir yolculuk sonrası sorunsuzca indik havalimanına. Biz, heyecanlı iki tip, hemen hazırlandık. Önden ikinci koltukta da oturuyoruz. İndik apar topar. Baktık bavullar yine çıkmış. Herkes bavulunu alıyor. Şöyle bir göz attık bizimkiler yok gibi. Bu arada bir tuhaflık da hissediyorum. Hala inmeyenler var uçakta. O an inen yolculardan biri bizim şaşkın şaşkın etrafımıza bakınıp bavullarımızı aramamızı fark etti herhalde; Lüksemburg’ a mı gidiyorsunuz gibi bir soru patlattı. Biz bir o kadar daha şaşırdık. Tabii ki Lüksemburg’ a gideceğiz uçaktaki herkes gibi, hem başka nereye gidebiliriz ki diye düşünüyoruz ama meğerse daha gelmemişiz Lüksemburg’a. Döndük tabi kös kös uçağa. Oturduk boş bulduğumuz yere. Herkes halimize gülüyordu belki ama biz kendi halimize daha çok gülüyorduk emin olabilirsiniz. Lüksemburg’ a çok uçan yok, küçük uçak veriyorlar dedim de uçak değil dolmuş veriyorlarmış bu şekilde öğrendim işte...

 

Hiç yorum yok: