İzmir’ den İstanbul’ a uçakla kaç saatte gidilir diye sorsanız, herkes 40 ile 50 dk arasında bir şey söyler. İzmir dediğiniz hemen şurası. Hop kalkıyorsun, hop iniyorsun. Hosteslerin servisleri toplamaya bile zor fırsatları oluyor diyorsunuz ama siz yine de bu 50 dk olayına güvenerek program yapmayın.
Aylar öncesinde, Haziran ayının ilk hafta sonu için Çeşme kaçamağı yapmaya karar vermiştik. Atatürk Havalimanı kalkışlı uçak biletlerimiz de önceden ayarlanmıştı. Sonra da Sabiha Gökçen’ den uçsaydık keşke dedik ama geç aklımıza geldi. İstanbul’ dan İzmir’ e uçarken genel rötar dışında çok da farklı bir durum olmadı. Ancak dönüş yolu, uçak saatinin ertelendiğine ilişkin bir SMS almamız ile başladı ki, bu bile bizi zaten gece on bir gibi varacağımız İstanbul’ a Allah bilir kaçta varacağınız sıkıntısına düşürmeye yetti ilk dakikada. Bu ne ilk ne de tek rötarmış yaşayacağımız meğerse.
Gecikmeli kalkacak uçağımıza gittiğimizde İstanbul’ daki hava şartları nedeniyle neredeyse bir saat daha rötar yediğimizi öğrendik. İlk güvenlikten geçmiş ve uçak kapısına gelmiş yolcular olarak hareket alanımız da kısıtlıydı maalesef. Bizimle birlikte bekleyen Murat Boz, Hepsi kızları, Çağla Kubat, Siren Ertan Çarmıklı gibi tanıdık yüzleri görmek sıkıntımızı biraz hafifletiyordu diyeceğim ama ne gezer, hepimiz, Pazar gecesi olmak isteyeceğimiz en son yerdeydik. Bütün bu “ne zaman uçak kalkacak” bekleyişlerimiz içinde, saati bizden sonra olan Sabiha Gökçen – İstanbul uçağının kalkması da çok acı oldu.
Neyse bütün bekleyişler sonunda uçağa neredeyse bir buçuk saat sonra bindik. Malum uçuş kısa, hostesler apar topar yiyecek-içecek servisi yaptı. Ben uçakta hiç uyuyamam. Her sesi, hareketi gözlemlerim. Sevgili kocam rahattır o konuda. Binince uyuyup, inince gözlerini açabilir -tabii ben rahat bıraktıysam-. Hep gıpta ederim ona. Uçuşun kırkıncı dakikası filan, her an “inişe geçiyoruz, koltuklarınızı dik konuma getirin, masalarınızı kaldırın” mesajı bekliyorum. Uçuş süresince ki her anı ezberlediğim için son 5 dakikadır pek de anlamlı gelmeyen uçağın yana dönüş hali de dikkatimden kaçmıyor bu arada. Ne oldu dersiniz. Pek neşeli ve konuşkan kaptan pilotumuz İstanbul’ daki kötü hava şartları nedeniyle yaklaşık 50 dk havada -Çanakkale-Biga üzerinde- gezeceğimizi bildirip özür diledi. Aman ne güzel. Toplam uçuş 50 dk sayın pilot. Dönelim o zaman İzmir’ e. Kuş muyum ben havada tur atayım. Karanlıktan bir şey de gözükmüyor zaten.
O an uyanık olan (yazının sonunda bu detayı neden açıklama gereği duyduğumu anlayacaksınız) herkes bir gerildi ister istemez. Dönelim İzmir’ e diyen de oldu. Kuran okumaya başlayan da. Neyse önce döne döne, sonra şimşekleri yara yara İstanbul’ a indik sağ salim. Bende ki gerilimi siz düşünün. Beni ancak uçak korkusu olanlar anlar. Herhalde 50 dk boyunca Fatiha suresini en az 50 kere okumuşumdur. Neyse kapılar açıldı; çıktık apar topar. Bavul filan yok, direk aracımızı park ettiğimiz otopark alanına gittik.
Sevgili kocam ne dese beğenirsiniz, “bu arabanın saati niye bir buçuk, saat yarım gibi inmemiz gerekmiyor muydu İstanbul’ a”. Kocam ne kadar şanslı olduğunu biliyor mudur acaba ...
Gecikmeli kalkacak uçağımıza gittiğimizde İstanbul’ daki hava şartları nedeniyle neredeyse bir saat daha rötar yediğimizi öğrendik. İlk güvenlikten geçmiş ve uçak kapısına gelmiş yolcular olarak hareket alanımız da kısıtlıydı maalesef. Bizimle birlikte bekleyen Murat Boz, Hepsi kızları, Çağla Kubat, Siren Ertan Çarmıklı gibi tanıdık yüzleri görmek sıkıntımızı biraz hafifletiyordu diyeceğim ama ne gezer, hepimiz, Pazar gecesi olmak isteyeceğimiz en son yerdeydik. Bütün bu “ne zaman uçak kalkacak” bekleyişlerimiz içinde, saati bizden sonra olan Sabiha Gökçen – İstanbul uçağının kalkması da çok acı oldu.
Neyse bütün bekleyişler sonunda uçağa neredeyse bir buçuk saat sonra bindik. Malum uçuş kısa, hostesler apar topar yiyecek-içecek servisi yaptı. Ben uçakta hiç uyuyamam. Her sesi, hareketi gözlemlerim. Sevgili kocam rahattır o konuda. Binince uyuyup, inince gözlerini açabilir -tabii ben rahat bıraktıysam-. Hep gıpta ederim ona. Uçuşun kırkıncı dakikası filan, her an “inişe geçiyoruz, koltuklarınızı dik konuma getirin, masalarınızı kaldırın” mesajı bekliyorum. Uçuş süresince ki her anı ezberlediğim için son 5 dakikadır pek de anlamlı gelmeyen uçağın yana dönüş hali de dikkatimden kaçmıyor bu arada. Ne oldu dersiniz. Pek neşeli ve konuşkan kaptan pilotumuz İstanbul’ daki kötü hava şartları nedeniyle yaklaşık 50 dk havada -Çanakkale-Biga üzerinde- gezeceğimizi bildirip özür diledi. Aman ne güzel. Toplam uçuş 50 dk sayın pilot. Dönelim o zaman İzmir’ e. Kuş muyum ben havada tur atayım. Karanlıktan bir şey de gözükmüyor zaten.
O an uyanık olan (yazının sonunda bu detayı neden açıklama gereği duyduğumu anlayacaksınız) herkes bir gerildi ister istemez. Dönelim İzmir’ e diyen de oldu. Kuran okumaya başlayan da. Neyse önce döne döne, sonra şimşekleri yara yara İstanbul’ a indik sağ salim. Bende ki gerilimi siz düşünün. Beni ancak uçak korkusu olanlar anlar. Herhalde 50 dk boyunca Fatiha suresini en az 50 kere okumuşumdur. Neyse kapılar açıldı; çıktık apar topar. Bavul filan yok, direk aracımızı park ettiğimiz otopark alanına gittik.
Sevgili kocam ne dese beğenirsiniz, “bu arabanın saati niye bir buçuk, saat yarım gibi inmemiz gerekmiyor muydu İstanbul’ a”. Kocam ne kadar şanslı olduğunu biliyor mudur acaba ...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder